77 . Cannes Film Festivali’nen notlar: Donald Trump neden ve nasıl kazanıyor ?…

İran’da mollalar rejiminin ilk yıllarında dünyaya gelen; 22 yaşında teknik üniversite öğrencisiyken İsveç’e göçen; önce mimarlık sonra da sinema eğitimini alan yetenekli yönetmen Ali Abbasi (1981) demokratik sisteme olan güvenini yitirmemiş olacak ki, diktatör eğilimli megaloman politikacıların en ünlü ve tehlikelilerinden biri olan Donald Trump’un iç enerjisi bol motivasyon kaynaklarını anlamaya ve anlatmaya çalışıyor.

Ali Abbasi, mizansen cilvelerinden uzak, didaktik ve duygusal yaklaşımlardan arınmış akıcı bir dille, gerçek belgelerden beslenen bir senaryo eşliğinde baş karakterlerine odaklanıyor. “The Apprentice”, heyecanlı bir polisiye öykünün klasik ritmini yakalayan, politikadan pek hoşlanmayan sıradan seyircilerin de beğeneceği türden bir macera filmi olarak ta izlenebilir. Ayrıca, 1970 ve 80’li yılların New York’unu perdeye taşıyan başarılı bir dönem sineması örneği de…

Manhattan’da Trump Tower’ın inşası öncesinde, Atlantic City’de büyük otel ve kumarhanelerin mantar gibi türemesi süreçlerindeki asıl destek, çılgın girişimci Trump’un “ustası”, aşırı milliyetçi mayfa babası karakterindeki (kirli) iş avukatı Roy Cohn’dur. Olağanüstü vergi indirimlerinin sağlanması, R. Cohn’un becerisiyle olmuştur …

Genç Donald’a, yani çırağına, başarılı bir iş adamı olmanın anahtar prensiplerini o aşılamıştır: Daima hücum et, suçlamaları hiçbir zaman kabul etme ve kazanmak için her şeyi yap!

Roy Cohn (1927-1986) McCarthy döneminde parlamış, Rosenberg’lerin idamını sağlamış olmaktaki katkılarından gurur duyan; gerektiğinde savcı ve hakimleri tehdit etmekten bile çekinmeyen; önemli mevkilerde bulunan politikacı ve yüksek devlet görevlilerinin kirli dosyalarını el altında tutarak, yeri geldiğinde şantaj yapan; ırkçı, aşırı tutucu, milliyetçi kimliğiyle Demokratlara ve eşcinsellere ateş püsküren Roy Cohn’un yazgısı, senaristlerin hayal etmekten kaçınacakları kadar ironiktir. Başarılarını kendisine borçlu olduğunu kabul eden Donald Trump bile, bencilliğinin tipik bir sonucu olan duyarsızlık içinde, acımasızca, artık ihtiyaç duymadığı ustasına yardım eli bile uzatmaz : Eşcinsel Joh Roy, yalnızlık içinde, AİDS’ten vefat eder…

Donald Trump’un maço kimliği, ilk eşiyle ve çevresindeki diğer genç kadınlarla arasındaki günlük ilişkilerde açıkça belirginleşmektedir. Ayrıca altını çizmenin gereği yoktur.

Oğluna pek güvenmeyen, küçümseyen babasının sert tavırlarının getirdiği travmalardan kaynaklanan psikolojik dengesizlik de aynı şekilde belirgindir…

Ali Abbasi, Donald Trump’un gerçek kimliğini, kendisini yeniden seçmeye hazırlanan Amerikan seçmenine yeterince tanıtabilecek mi ? Yoksa, nafile bir çaba içinde mi? Sanmıyorum, en azından tarihe not düşmüş oluyor…

Aslında, gerçekleri gözler önüne seren belgesel nitelikli filmler, ne yazık siyasi arenada yeterince etkin olamıyor. Örneğin, Micheal Moore’un 2004’te Altın Palmiye kazanan “Fahrenheit 9/11” adlı belgeseli, George W. Bush’un yeniden Başkan seçilmesini önleyememişti…

Festival’in ilk yarısında yarışan iki filmi yan yana getirip düşününce, “Donald Trump iyi ki film çekmeye özenmemiş; Francis Ford Coppola da, iyi ki politikaya atılarak, kendince Amerikan demokrasisini kurtarmak için Başkan adayı olmaya falan özenmemiş!” diyesi geliyor

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

x