Türkiye’de dizi sektörü en güçlü dönemlerinden birini yaşıyor.
Her akşam, her yaştan insan televizyonda ya da dijital platformlarda ekran başında.
Popüler dizilerde entrika, suç, aldatma, mafya, tarikat, çatışma temaları ağır basıyor.
Ancak sohbetlerde ve sosyal medyada 1990’ların geleneksel aile yapısını ve mahalle dayanışmasını merkeze alan diziler özlemle anılıyor.
Peki Bizimkiler, Mahallenin Muhtarları, Süper Baba, Ferhunde Hanımlar gibi yapımlar o zaman neden popülerdi, bugün neden izlenmiyor?
Kentleşme, rekabet ve Türk dizilerinin yurtdışındaki başarısı dizi içeriklerinin değişmesinde nasıl bir rol oynadı?
Türk dizilerinin kültürel etkisi üzerine çalışan Prof. Dr. Eylem Yanardağoğlu, Süper Baba, Bizimkiler gibi dizilerin o dönemdeki popülerliğini açıklarken 1980 darbesi sonrasındaki toplumsal ve siyasal değişime vurgu yapıyor.
Neoliberal politikaların uygulanmaya başlaması ve kentleşmenin artmasıyla “topluluk” duygusunun tehdit altında kaldığını söylüyor.
Prof. Yanardağoğlu’na göre o dönemin aile ve mahalle dizileri bu ortamda bir ihtiyaca karşılık verdiği için popülerleşti:
“Çocuklarını büyüten bir babaya odaklanan Süper Baba, geleneksel aile değerleriyle uyumluydu. Bizimkiler gibi programlar, güçlü aile bağlarını ve komşuluk desteğini vurgulayarak [topluma] nostaljik bir bakış sunuyordu.”
Ancak Yanardağoğlu’na göre 2000’ler ile beraber tüketim toplumunun daha baskın hale gelmesi, kanalların artmasıyla başlayan reyting mücadelesi gibi unsurlar dizilerin içeriğinin de değişmesini tetikledi.
‘Artık mahalle diye bir şey kalmadı’
Bizim Mahalle, Kaygısızlar ve Tatlı Kaçıklar gibi 1990’lı yıllara damgasını vurmuş televizyon dizilerinin yönetmeni Temel Gürsu da dizi içeriklerinin evriminde kentlerdeki değişimin etkisine işaret ediyor.
Gürsu, “Artık mahalle diye bir şey kalmadı” diyor:
“Ne çocukların top oynayabileceği bir yer var ne de veresiye alabileceğimiz bakkal.
“O bakkallar, manavlar, kasaplar çok önemli karakterlerdi bizim dizilerimizde. O mahallenin kültürünü yaşatan insanlardı.
“Şimdi her şey AVM’lerin içinde ve kredi kartıyla. Dostluklar bitti.”
Oyuncu Şevval Sam, Türk dizilerinin iki dönemini de yakından tanıyan bir isim.
1990 ve 2000’lerde Süper Baba ve Gülbeyaz gibi önemli yapımlarda yer alan Sam, son dönemde de popüler Yasak Elma dizisinde rol aldı.
Şevval Sam, “Ben Süper Baba’ya başladığımdaki konjonktür, gerek teknolojik gerekse sosyoekonomik olarak bugünle kıyaslanamayacak kadar naif ve farklıydı” diyor.
“İnsanlar artık mahallelerde komşuculuk oynamaya vakit bulamıyor ve sonsuz bir hızla geçen hayata yetişmeye çalışıyorlar. Yani bir hayat mücadelesi var.”
‘Sıcak yuva hayali sorgulanıyor’
Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ayşe Naz Bulamur da “Sokakları, oyun parkları, restoranları ile bazı alışveriş merkezleri maalesef yeni ‘mahallelerimiz’ oldu. Diziler, ev ve iş arasında geçen bu hayatı resmediyor” diyor.
T24’te haftalık yazılarında Türk dizilerini ve toplumsal yankılarını inceleyen Balamur, hikayelerin merkezinde hala aile olduğunu, ancak artık “sıcak bir yuva hayalinin” sorgulandığını düşünüyor.
Pek çok dizide ailelerin sorunlu yanları ya da aile içi şiddet ekrana yansıyor.
Bulamur, “Bugünkü diziler ‘evli, mutlu, çocuklu’ efsanesini başarıyla söndürüyor. Peri masalı yerine hatalarını kabul edebilen ve tekrarlamamaya çalışan bir aile ümidi veriyor” diyor.
‘Sınıf atlama fantezisi’
1990’ların dizilerinde çoğunlukla hesaplı yaşamak zorunda olan orta sınıf ailelerin hayatları konu ediliyordu.
Bugün ise sosyoekonomik açıdan üst sınıflara mensup kişiler, yalılarda yapılan büyük sabah kahvaltıları, holding sahiplerinin yaşantıları ele alınıyor.
Yoksul aileler ise çoğunlukla zengin bir aile ile karşılaşmaları ya da çatışmaları üzerinden konu ediliyor.
Bu dizilerin yüksek enflasyonla mücadele eden Türkiye’nin sosyoekonomik gerçekliğini ne kadar yansıttığı zaman zaman tartışma konusu oluyor.
Prof. Bulamur ihtişamlı evlerde geçen dizilerin izleyiciye sınıf atlama fantezisi sunduğunu düşünüyor.
Senaryolarda zenginliğin yolunun genellikle, evlilikten ya da bir yönetici tarafından keşfedilmekten geçtiğini vurgulayan Bulamur “Bir mucizeyle ekonomik sorunların çözüleceği hayaline tutunuyoruz” diyor.
Prof. Yanardağoğlu da dizilerin “bir nevi kaçış ve hayal dünyası sunduğunu” hatırlatarak bugünün dünyasında üst sınıfın yaşam tarzının başarı ve zenginlik sembolü olarak görüldüğünü vurguluyor.
Yanardağoğlu ayrıca yerel ve uluslararası izleyicilerin lüks yaşamları, şık kıyafetleri ve gösterişli mekanları görmekten hoşlandığını dile getiriyor.
‘Diziler küresel izleyici kitlesinin taleplerini karşılıyor’
Peki Türk dizilerinin yurt dışında artan popülerliği içeriği ne kadar etkiliyor?
Türk dizilerinin Latin Amerika, Orta Doğu ve Avrupa’da izlenmesiyle beraber yapımcıların mahalle hikayelerinden ziyade aşk, ihanet ve intikam gibi evrensel temalara yöneldiği söylenebilir mi?
Yanardağoğlu’na göre Türk televizyon sektörü, “çeşitli ve giderek küreselleşen bir izleyici kitlesinin taleplerini karşılamak için” şekilleniyor.
Yanardağoğlu, genç izleyicilerin farklı ilişki dinamiklerine ve hızlı tempolu hikayelere ilgi gösterdiğini, bunun da dizilerin içeriğini etkilediğini söylüyor.
Şevval Sam da yapımcı ve senaristlerin hikayelerini daha geniş kitlelere hitap edecek şekilde kurgulamaya başladığını düşünüyor.
Aşk, ihanet, güç, intikam, aile bağları gibi konuların bu nedenle ön plana çıktığı yorumunu yapıyor.
Sam, Türk dizilerinin dünyaya ihraç edilmesinin hem kültürel hem de ekonomik olarak kazanç sağladığının altını çiziyor.
Ancak deneyimli oyuncu, geniş izleyici kitlesine hitap edebilmek için dramatik dozun arttırıldığı, zenginlik ve ihtişamın ön planda olduğu yapımların daha çok tercih edilmeye başladığını, bunun da özgün hikayelere olan ilgiyi azalttığını düşünüyor.
‘Dizilerin istikamet değiştirdiğini söyleyemem’
Saygı, Behzat Ç, Can Bağı gibi dizilerin yapımcısı Inter Medya’nın kurucusu ve CEO’su Can Okan ise dizilerin tamamen değiştiği yorumlarına katılmıyor.
“Dizilerdeki anlatımın ve hikayelerin yüzde yüz şekil ya da istikamet değiştirdiğini söyleyemem” diyen Okan, bugünün yapımlarında Türkiye’nin kodlarının hala göründüğünü düşünüyor.
Türk dizilerinin yurt dışındaki popülerliğinin içeriği etkilediği fikrine de karşı çıkıyor.
Okan, Türkiye’de bir işin reyting almasının uluslararası pazarda satılabilmesi ya da iyi netice alabilmesi anlamına gelmediğini vurguluyor.
Son dönemde psikoloji ya da tarikatları konu alan bazı dizilerin, yurt dışına satılması durumunda “maalesef başarılı olamadığını” söylüyor.
Okan, klasik aile dramaları, zengin-yoksul hikayeleri, aşk üçgenleri gibi “Türk DNA’larını taşıyan içeriklerin”, Türkiye’de eskisi kadar reyting alamasa da uluslararası pazarda daha çok ilgi gördüğünü savunuyor.
Dizilerin Türkiye’deki sosyoekonomik durumu yansıtmadığı eleştirilerine ise katılıyor.
More Stories
ALES/1 başvuruları ne zaman? ÖSYM ALES/1 başvuruları için tarih verdi
Konya’daki vakıf eserleri geleceğe taşınıyor
Ankara’da arabesk ve senfonik müziğin eşsiz buluşması